HiP Hopun TarİhÇeSi
![]() |
|
Hip Hop’un öyküsü
Şimdi bu dizeleri kuru kuru okuyor olmanız pek olası değil ama, biz yine de uyarımızı yapalım: Bu sözleri içinizdeki basın sesini biraz yükselterek ve ritm eşliğinde okumak lazım. Çünkü, bir ritmin üzerine söylenen bu sözlerin başlattığı ve hala devam eden bir tarihin öyküsüne başlıyoruz. Bu sözler bundan yaklaşık 25 sene önce, genç bir Jamayikalı DJ tarafından bir partide söylenmiş ve bir yaşam stilinin başlangıcı niteliğinde. Bu sözler aynı zamanda da müzikte bir devrimin, New York’un Bronx semtindeki yıkık dökük evlerde düzenlenen, dış dünyaya kapalı uzun partilerin ifadesi niteliğinde. Sadece bir müzik türü olarak kalmayan, tüm bir yaşama dağılan hip-hop’un ifadesi.
Bugün hip-hop öncelikle boğazına kadar stile batmış, hatta stilin kitabını yazmış starların dev plak şirketleriyle anlaşmalar yapıp, milyon dolarlık klipleriyle devamında gelecek milyon dolarlık turnelerini tanıttıkları devasa bir endüstrinin önemli bir parçası. Oysa hip-hop bir başkaldırı olarak başlamış. Ve hep göz önünde olan dev ünlüler tarafından olmasa bile, guruları tarafından hala bu kimliğiyle devam ettirilmeye çalışılıyor. Hip-hop kültürünü hip-hop türü müzik yapan bir sanatçıyı takip ederek tam olarak anlamak pek mümkün değil, çünkü hip-hop kültürü 4 ana bölümden oluşuyor: Breakdance, graffiti, rapping ve DJ’ing hip-hop’un kilometre taşları ve hepsi birbirine paralel gelişerek hip-hop’u doğurmuş. Bunların her birini tek bir yazıya sığdırmak çok zor ve biz işe en asıl ve en bilinenleri olan DJ’ing ve rappingle başlıyoruz. Hip-hop’u başlatanlar ve şekillendirenler Amerikalı siyahlar. Tarzlarını kendileri yoktan var etmiş değiller, mensubu oldukları siyah kültürün sözlü özelliğinin hip-hop üzerindeki etkisi tartışılmaz. Sözü müzikle, melodiyle uyumlu hale getirerek mesajı vermek siyah kültürün kökeninde var. Afrika’daki kabilelerden, kilise ayinlerine kadar her yerde öne çıkan bu stil, rap’in de temelinde.
Siyahlar ve Sözlü Kültür Siyahların tarihi sözlü anlatımla belirlenmiş. Meramını melodik sözlerle anlatmanın siyahlarla özdeşleştirilmesinin sosyo politik bir tarihi de var. Bizim filmler sayesinde ucundan tanık olduğumuz gibi, siyahların kilise ayinleri pek bir neşeli, pek bir hareketli ve gürültülüdür. Onlar Tanrı’yla konuşarak, şarkı söyleyerek ibadet ederler. Bu kilise ayinleri ayrımcılık günlerinde siyahların sosyalleşme merkezi görevi görmekteymiş. Bu ayinlerde korkutucu ve susturan Tanrı, onun tarafından koyulan yasaklar ve kasvetli ibadet ayinleri değil, ona duyulan sevgi ve onunla sohbet etmenin, şarkılar yoluyla ona seslenmenin verdiği neşe hissedilir hep. Kilisede vaaz veren rahibin konuşması da sık sık dinleyicilerin ‘Hallelujah’, ‘Yes, Lord!’ ve benzeri nidalarıyla kesilir, ki bu bir saygısızlık değil, bir gereklilik, kendini vaaza tam olarak verme ve vaaza yardımcı olma göstergesidir. Benzer şekilde, Afrika kabilelerinde anlatılan hikayeleri sessizce ve tepki vermeden dinlemek de bir saygısızlık göstergesidir, hikaye sık sık tekrarlamalar ve tasdiklerle bölünür. Hip-Hop’un ilk adımları Hip-hop’un başlangıcı, 70’li yılların Amerika’sı. O yıllarda Amerika’da siyah öfke gayet büyük. 1968 yılında Martin Luther’ın öldürülüşünden sonra siyah ayaklanmalar kontrol altına alınamıyor. Şimdiye göre daha az tehlikeli Harlem’e hiçbir beyaz ayak basamıyor. Siyahlar kendi yaşam bölgelerini belirlemişler ve o bölge içinde kendi kurallarıyla yaşıyorlar. Siyahların çok fazla sorunu var; ayrımcılık, maruz kaldıkları ikinci sınıf insan muamelesi, ayaklanmalar. Peki siyah gençliğin durumu ne? Siyah gençler bir yandan siyah olmanın getirdiği bu sorunlarla, bir yandan da genç olmanın sorunlarıyla boğuşmak zorunda. Kendini ifade etmek tabii ki en önemli gereklilik. Ve bunun en iyi yolu da kendi arkadaş grubunu kurmak ve beraber bir şeyler yapmak. Örneğin parti vermek. O sıralar disko müzik pek bir moda, disko ateşi her yanı sarmış, John Travolta’nın Saturday Night Fever filmi için siyah gömlekli beyaz takım elbiseli haliyle verdiği “az önce pistte dağıtırken omuzum çıktı ama yine de dansa devam ediyorum” pozu her 3 Amerikalı beyaz gençten birinin duvarını süslemekte. Disko DJ’liği underground bir meslek olmaktan çıkmış, disko müzik her yana dağılmış. 1967 senesinde Jamayika’dan Bronx’a taşınmış olan Clive Campbell isimli bir genç ise reggae müziği New York’lu gençlere sevdirmeye çalışmanın beyhude bir uğraş olduğunu anlamış ve kendi çapında bu parçaların üzerine funk ve latino mixler atmaya başlamış.
O zamanlar DJ’lerin partilere katılan kişileri isimleriyle hitap ederek selamlaması adettendir ve Kool Herc de partilerine katılanlarla şarkı sırasında muhabbet eder. Tabii, bu selamlama karşılıksız kalmaz, particiler de DJ’e karşılık verirler. İşte yazının başındaki sözler Kool Herc’in topluluğu havaya sokmak için söyledikleridir. Müzik eşliğinde söyleşme böyle sürer giderken, DJ Herc muhabbeti müzikle uyumlu bir hale getirmeye başlar ve rap müzik işte bu salonlarda başlar. B-Boy, Herc’in yaptığı müzik eşliğinde dans eden gençlere verdiği isim. Onları B-Boy yapan sadece dans etmeleri değil, taze hip-hop kültürünün her alanına gönülden bağlı olmaları. Yani, graffiti yoluyla binalara renkli imzasını bırakan bir genç de B-Boy. Hip-hop kültürünün diğer iki önemli öğesi breakdance ve graffiti’ye bir başka yazıda bakacağız.
Old school ve new school ayrımında, hip-hop kültürünün iki ana dalı olan DJ’ing ve rap söz konusu. DJ’ing konusunda yeterince bilgilendik. Peki, rap ya da rapping nasıl doğmuş? Rap İngilizce to rap fiilinden geliyor. Rap müziği çıkmadan çok çok önceleri de kullanılan bir terim. Rapper, 20. yüzyılın başlarında polise ispiyonculuk yapan kişilere takılan isim, bildiğimiz gammazcı. Kelimenin melodik konuşmayı çağrıştırmaya başlaması 40’lı 50’li yıllara rastgeliyor. Melodik konuşmayla rakibi alt etme işlemine rap yapmak deniyor. En çok rap yapanlar radyo DJ’leri ve politikacılar. Günümüzdeki rapin en isabetli tanımlarından birini ise Public Enemy’nin beyni Chuck D. yapmış: “CNN’in getto versiyonu.” Puff Daddy’nin, Vogue dergisinin Kasım sayısında yayınlanan röportajda söylediklerini okuyunca insan ister istemez “Getto ve çağrıştırdığı her şey hala hip-hop’un mu, hip-hop getto’dan ayrılalı çok oldu mu” diye soruyor: “Mücevherler sadece bir kızın değil benim de en iyi arkadaşım. Elmasın bana verdiği hissi çok seviyorum.”
Hip-hop ve rap ilk çıktığı gettolarda hala ilk anki heyecanıyla ve ilkeleriyle yaşıyor, can çekişse de ölmüyor. Amerikalı siyahların durumu belki 30 yıl öncesine kadar çok daha iyi ama gettolarda yaşayan gençler için durumun çok da iyi olduğu söylenemez. Gettodaki yaşamdan kurtulmak ve kendini kabul ettirmek için çok uğraşmak gerekiyor. Ne maddi durumu ne de eğitimi iyi olmayan Amerikalı bir siyah gencin ise önünde pek de fazla seçenek yok; hip-hop müzik yapmak ya da bir basketbol starı olmak için gece gündüz antrenman yapmak bu noktada tek kurtuluş gibi görülüyor.
Amerika dışında hip-hop
Getto Getto elbette sadece bir Amerikan terimi değil. Herhangi bir ülkede azınlıkların ve yoksulların yoğun olarak yaşadıkları bölgelere getto adı veriliyor. En meşhur Türk gettosu ise Berlin’deki Kreuzberg. Kreuzberg Berlin duvarı yıkılmadan önce, Batı Berlin’in duvara en yakın olan ve Alman şehirlilerin pek uğramadığı bir sonradan olma semtmiş. Almanya’nın başta Türkler olmak üzere birçok az gelişmiş ülkeden işçi ithal ettiği 60’lı yıllarda, bu yeni gelenler için Kreuzberg’de bir yaşam ünitesi oluşturulmuş. Almanya’da ikinci jenerasyon olarak bilinen Türk gençlerinin hip-hop’u seçmelerinde de Kreuzberg’deki getto yaşamı bir araç olmuş. Gerçi Kreuzberg artık sadece yabancıların kendi kendilerine yaşayıp gittikleri bir dış semt değil; Berlin’in sanat camiasının, entelektüellerinin, punklarının, bohemlerinin mesken edindiği şehrin en renkli, en Türk ve en hip bölgesi. |
|
![]() |